Bir ömür işçi olarak çalışan ve 1977 Taksim 1 Mayıs’ına katılan Hakkı Bektaş | Araçlar değişse de, örgütlenme dokunmakla başlıyor
İşkence gören, hapis yatan ancak mücadeleden geri durmayan Hakkı Bektaş, bir süredir emekli. Geçmişle bugünü kıyaslarken, “Araçlar değişse de, örgütlenmenin özü dokunmaktan geçiyor” diyor.

Fotoğraf:Hakkı Bektaş
Fatih Polat
Hakkı Bektaş, 1954 yılının birinci ayının birinde Dersim’in Pülümür ilçesinde dünyaya gelmiş. Biri kız, beşi erkek, altı kardeşlermiş. Babası, o iki yaşındayken, kan davasından ‘içeri düşmüş’.
“Annem ev hanımıydı. Babam içeri düştükten sonra, dedemler bizi alarak Erzincan’ın Tercan ilçesine göç etmişler. Ben ilkokul dörtteyken babam 1966 yılında İnönü affıyla cezaevinden çıktı” diyor.
Babası cezaevinden çıkınca aile olarak, inşaat işleri yapan akrabalarının yanına Düzce’ye gelmişler. Orada bir yıla yakın kaldıktan sonra İstanbul’un yolunu tutmuşlar. İlk geldikleri yer Kağıthane olmuş. 1967’de Nurtepe’ye yerleşmişler. İlkokulu Emniyettepe İlkokulunda bitirmiş. Ortaokula gidememiş: “O zaman ay yıldızlı şapkalar vardı. Ortaokula gidenler o şapkalardan takarlardı. Bir de takım elbise giyerlerdi. Babam bunları bana alamadı ve ben ortaokula kayıt yaptıramadım.”
Sonrasında Çukurcuma’da İtalyanların yanında biblo ve heykel işinde çalıştığını belirterek devam ediyor: “Biblo heykellerin kalıbını yapıyorlardı. Patronlarımın ikisi de güzel sanatlar akademisi mezunuydu ve İtalyan’dı. Uzun yıllardır Türkiye’de yaşıyorlar ve Galatasaray’da oturuyorlardı. Onlar Türkiye’den gidene kadar onların yanında çalıştım. Onlar yurt dışına gidince işi Erdoğan Bey diye biri devraldı. Askere gidene kadar iki yıl da onun yanında çalıştım.”
İlk politikleşme süreçleri
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan idam edildiğinde Nurtepe’de oturduğunu ve o yıllarda üniversiteli gençlerden ülkenin içinde bulunduğu duruma dair sohbetler dinlediklerini anlatıyor. 1974 yılının 11. ayında askere gitmiş ve komutanları olan teğmen, Emin Galip Sandalcı’nın yazdığı Vatan gazetesini düzenli olarak alıp getirirmiş. Onun bıraktığı gazeteyi okuduklarını ve kafalarındaki soru işaretlerinin derinleşmeye başladığını söylüyor.
Askerden geldikten sonra, 1977 yılında Kağıthane’deki Semak Boya Fabrikasına girmiş. 100’den fazla işçinin çalıştığı fabrikada Petrol İş Sendikası örgütlüymüş. Fabrikada ağır işler yaptırılan çırakların hakları için başlattıkları eyleme arkadaşlarıyla destek verince işten atılmışlar.
‘1977’de Taksim’e fabrikaları boşaltarak yürüdük’
“1977 1 Mayıs’ının olduğu dönem o fabrikada çalışıyordum. 1 Mayıs’a Halkın Kurtuluşu grubuyla katıldım. Alibeyköy’den kortejler oluşturduk, önümüze gelen fabrikaları boşaltarak önce Saraçhane’ye yürüdük. Oradan Taksim’e geçildi. Benim katıldığım ilk 1 Mayıs’tı. Saldırı biz alana girmeden başlamıştı. Bizim kortejin önü şu anda Taksim Camii olan yere geldiğinde meydanda katliam olmuştu. Herkes kaçışıyordu. Orası, o dönemde tuvaletlerin olduğu bölgeydi. Ben alana girdiğimde yerde ezilmiş, vurulmuş insanlar, pankartlar, ayakkabılar, çantalar vardı…. Taksim İlk Yardım Hastanesine doğru yöneldim. Hastanenin orası ana baba günüydü. Polisler tedavide arkadaşlarına öncelik tanınması için baskı yapıyorlardı. Ben sonra, Taksim’den Mecidiyeköy’e ve yürüyerek Nurtepe’ye geldim. Arkadaşlar beni arıyorlarmış, öldüğümü düşünmüşler.”
Ardından Kağıthane’deki Biksan Kablo Fabrikasına girdim. “Çok modern bir fabrikaydı. DİSK’e bağlı Lastik İş örgütlüydü. Rıza Kuas Lastik İş’in genel başkanıydı. Memurlar hariç, 110 işçi çalışıyordu. Patron Yahudi’ydi. Fabrikada Sivaslılar ve Ordulular ağırlıkta olduğu için, patron iki ustabaşıdan birini Sivaslılardan diğerini Ordululardan belirlemişti.”
Burada bir parantez açarak, uzun yıllar Lastik-İş Genel Başkanlığını yürüten Rıza Kuas’ın, DİSK ve Türkiye İşçi Partisi (TİP) kurucusu ve İstanbul Milletvekili olduğunu, DİSK Genel başkan vekili olarak görev yaptığını hatırlatalım.
O dönem iş kolunda, sendikanın onayladığı grup sözleşmeleri yapıldığını belirterek devam ediyor: “İşçilerle dışarıda toplantılar yaptık. Bazen 40, bazen 60 işçiyle toplantılar yaptık. Grup sözleşmelerine karşı çıktık ve iş yeri bazında, işlerinin koşulları göz önünde bulundurularak sözleşme yapılmasını savunuyorduk. 1978 yılıydı. Henüz iş yerimizde komitelerimiz yoktu ama işçilerle birebir görüşerek, evlerine giderek, takıldıkları kahvelere giderek toplantılar yapıyorduk.”
Mücadeledeki küçük ama önemli kazanımlar
Toplu sözleşme aşamasında üretimi yavaşlatma kararı almışlar. Üretimdeki düşüş göze batınca patron odasına çağırmış. “Odada müdür ve patron vardı. ‘Üretimi niye bu kadar düşürdünüz’ diye sordular. Ben de ‘Toplu sözleşme aşamasındayız. Elinizdeki stokları eriteceğiz’ dedim. ‘Seni 17. maddeye tabi tutarız ve işten atarız’ dediler. Beni tehdit ettiler. Ben işçileri örgütledim ve iki gün yemeğe girmedik. Her gün nohut, kuru fasulye, bulgur pilavı. Neden yemediğimizi sordular. Biz de yemek listelerini işçiler olarak kendimiz hazırlamak istediğimizi söyledik. Öyle deyince patron geri adım attı. ‘Liste hazırlayın, gelin’ dedi. Hazırlayıp verdik. Listeye haftada üç gün et yemeği koyunca patron beni çağırdı. ‘Ben bunu evimde yiyemiyorum’ dedi. Ben de ‘Siz işçiden randıman almak istiyorsanız işçinin beslenmesi lazım’ dedim. Haftanın iki günü etli yemek üzerine anlaştık. Bu işçilerde mücadeleye güveni pekiştirdi.”
Fotoğraf:Hakkı Bektaş
Patron üretimin yavaşladığını görünce, “Siz bir sözleşme taslağı hazırlayıp getirin, MESS’ten bağımsız olarak, grup sözleşmesinden ayrı tutarak oturup anlaşalım” demiş. İşçilerle birlikte bir taslak hazırlayıp patrona sunmuşlar. Ancak sendikanın işçileri yemekhanede toplayıp, işçilere “Siz, birkaç Maocu bozguncuya mı güveniyorsunuz, sendikanız DİSK’e mi güveniyorsunuz” dediklerini aktararak devam ediyor: “Süleyman Demirel’in lideri olduğu Adalet Partili Ramazan adında bir işçi arkadaş, ‘O zaman bir AP’li olarak ben de Maocu’yum. Arkadaş bizim hakkımızı savunuyor sen ona Maocu diyorsun’ dedi ve örgütlenme sekreterinin üzerine yürüdü. Örgütlenme sekreteri de çekti gitti.”
Bir hafta geçmeden, kendisinin de aralarında olduğu 10 işçinin isminin bekçi kulübesine asılmış olduğunu görmüşler. Bekçi, ‘İsmi asılı olanların çıkışı verilmiştir, içeri giremezler’ demiş.
Bunun üzerine diğer işçiler de fabrikaya girmeyip fabrika önünde direnişe geçmişler. Patron, işçileri tazminatsız işten atmakla tehdit etmiş.
“Sonra sendika biz 10 arkadaşı genel merkeze, Merter’e çağırdı. Gittiğimde Rıza Kuas oradaydı. Bana ‘Hakkı gençsin, akıllısın, gel burada örgütlenmede çalış’ dedi. Ben de ‘Başkanım siz patronla bir olup bizi işten attırıyorsunuz, bana gel sendikada örgütlenmede çalış, diyorsunuz. Ben, kongrede işçiler seçerse gelirim, yoksa kabul etmem’ dedim. Ardından, bizim işimize son verdiler. Sonra ben, DİSK’in örgütlü olduğu bir iş yerine giremedim.”
Birinci Şube’de işkence
Sonra Kağıthane’de emprime fabrikasına girmiş. Kumaşlara desen basıyorlarmış. O fabrikada çalışırken, Beşler ve Coşkun sucuk fabrikalarıyla Hasel Halı’nın işçileri arasında da örgütlenme çalışması yapıyormuş. “Beşler’de toplu sözleşme yaptık ve ardından Hasel Halı’daki direnişe giderken üç arkadaş jandarma tarafından gözaltına alındık. Ben o dönemde Devrimci Demir İş Sendikasının Alibeyköy Şubesinin yönetimindeydim. Tutuklanmadan önce Şükrü Balcı İstanbul Emniyet Müdürü iken Gayrettepe’deki 1. Şube’de 15 gün işkence gördüm.”
Burada bir parantez açalım. Dönemin adı pek çok olayla duyulan polis şeflerinden Şükrü Balcı, 1972-1975 yıllarında İstanbul Siyasi Şube müdürlüğü, 1977 yılında İstanbul emniyet müdür yardımcılığı, 1978-1983 yıllarında İstanbul emniyet müdürlüğü yapmıştı. Balcı, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin yaralanmasıyla sonuçlanın bombalı ve silahlı saldırıdan yargılanan isimler arasındaydı.
Hakkı Bektaş, Balcı’nın İstanbul emniyet müdürü olduğu dönemde Gayrettepe’deki 1. Şube’de işkence görmesinin ardından tutuklanır ve Davutpaşa Askeri Cezaevinde 5 ay kalır. “Birinci Şube” olarak bilinen Gayrettepe’deki İl Emniyet Müdürlüğü binası, 1970’li yıllardan 1994’e kadar uzanan dönemin işkence merkezlerinden biriydi.
Fotoğraf:Hakkı Bektaş
12 Eylül’de ‘gözden Irak’ altı yıl
12 Eylül darbesi olduğunda emprime fabrikasında çalışıyor ve orada sendikayı örgütlemek için uğraşıyormuş. “Darbe olunca sendikalar kapandı, yöneticileri gözaltına alındı. Evde kalmadığım için beni bulamadılar. Başka bir ile gittim. Aranıyordum. Altı yıl kadar Bolu, Düzce ve Zonguldak Ereğli’de inşaat işlerinde çalıştım o dönemler. 1987’de İstanbul’a döndüm ve Polat İnşaat’ta sıvacı olarak işe girdim.”
Hakkı Bektaş, 1988 yılında eşi Güler Hanım ile evlenmiş. İkiz kızları var. İkisinden üç de torunları. Hakkı Bektaş ile bu sohbeti yaptığımız Alibeyköy’deki evi, buradaki kooperatif binalarının yapıldığı o dönemde bu inşaatlarda sıvacı olarak çalışarak aldığını anlatıyor.
“Bu ev olmasa, emekli maaşımla hem kira ödeyip hem de geçinmemiz imkansız olurdu. Orada evimiz olmadığı için köye de dönemezdik.” diyor.
Sohbet ederken, röportaj yaptığım bir belediye işçisinin emeklilik tazminatıyla ev almış olduğunu ve bir kiracısının olduğunu aktardığını anlatıyorum. “Alibeyköy’de yeni binalar yapılıyor ve dairelere 10-12 milyon lira istiyorlar. Bir işçi ömür boyu çalışsa da ev sahibi olması artık hayal” diyor.
1998 yılında emekli olan Hakkı Bektaş, ardından 2016’ya kadar yine inşaatlarda çalışmış. 23 yıldır Alibeyköy’de yaşıyor. İki dönem de Emek Partisi Eyüp İlçe Başkanlığı yaptığını anlatıyor.
Fotoğraf:Hakkı Bektaş
Dokunmadan olmaz
Kendisinin aktif işçi örgütlenmesi yaptığı dönemlerle bugünkü işçi hareketinin durumunu karşılaştırmasını istediğimde şunları söylüyor: “1980 darbesinden sonra Türkiye nüfusu 43 milyondu. 2.5 milyon sendikalı işçi vardı. 500 bini grevdeydi. Bir gecede grev çadırları kaldırıldı. Sendikaları kapatıldı, önderleri, temsilcileri tutuklanıp içeri atıldı. Hakları gasbedildi. Bugün işçilerin aşağıdan yukarı örgütlenip sorunlarına sahip çıkmadıkça başarı şansı da zayıf olacaktır. Bugünkü yöntem ve araçları da iyi analiz etmek lazım. Benim dönemimde işçi boş zamanında kahvede oturup oyun oynardı. Ben gidip yanına otururdum, evine giderdim. Bugünkü koşullar, araçlar daha farklı. İnternet var. Oradan okuyor insanlar daha çok. Sosyal medyadan takip ediyorlar birçok şeyi. Ama bunun yanında insanlara, onların hayatına dokunduğunda birçok şeyi değişime uğratabilirsin. Araçlar değişmiş ve çeşitlenmiş olsa da örgütlenmenin özü dokunmaktan geçiyor.”
Evrensel'i Takip Et